Garip
Semih kardeşinin anlattıklarına ikna olmuş gibi görünüyordu. Varlıklarının devamının dedesinin doğru zamanda ölmesine bağlı olduğunun ikisi de farkındaydı. İnsanların birbirlerinin anılarına girmesini sağlamak kuruluş için çoktandır uygulanan sıradan ve güvenli bir prosedürdü. Ancak bunun uygulamaya dökülmesi iki bin onlu yıllardan bu yana denense de iki bin yirmilerin sonunda mümkün olmuştu. Bu durum Leyla’yı biraz düşündürse de yıllardır çalıştığı kuruluşun kurucu başkanına duyduğu hayranlık onu ferahlatıyordu.
Farkında oldukları bir başka şey de zamanlarının daraldığıydı. Leyla, Cevdet ile konuşurken yalnızca yarım saat geçtiğini düşünüyordu ancak tam üç gün boyunca kimse ondan haber alamamıştı. Eğer Cevdet’in bulunduğu zamanda da üç gün geçtiyse bu artık beklemek için vakitleri olmadığının göstergesiydi. Semih ile ortak kararları hemen işe koyulmaktı.
Plana göre Semih akşam evine gidecek, telefonuna gönderilecek olan bir uygulamayı indirecek ve ekran koruyucu lensini gözüne takıp uyuyacaktı. Bunu yapmadan önce lenslerini şarj etmesi gerekiyordu çünkü lensler gece boyunca dalga üretecek ve Semih’in zihnindeki kaosu uyandıracaktı. Kuruluş bu sırada Müfit’in beynindeki düzeneğin yazılımı ile Semih’in beyin dalgalarını eşleyecek ve iki insan tek bir bedende buluşmuş olacaktı. Semih göreve başladığındaysa Leyla’ya tek bir görev kalıyordu; beklemek.
**
Semih, kafasının içindeki kadının yönlendirmeleriyle yola devam ediyordu. Bir binayı bulmaya çalışıyordu. Evinden çıktıktan sonra kısa bir yürüyüşün ardından ana caddeye çıkıp yolun karşısındaki duraktan 657 numaralı otobüse binmişti. Kadın ona dördüncü durakta inmesini söylemişti. İndikten sonra bir ara sokağa girmiş ve biraz ilerledikten sonra bir başka caddeye çıkmıştı. Kadının tarif ettiği binayı görmüş ve içeri girmişti.
Danışmadaki güvenlik görevlisine selam verip üçüncü kata çıktı. Her zamanki gibi asansör yerine merdivenleri tercih etti. Kapalı alanlardan nefret ederdi. Üçüncü kata çıkınca sağdaki koridora döndü ve yine sağdan ikinci kapının önünde durdu. Kapıdaki isme baktı.
“Müfit Gürsel – Yazılım Müdürü”
Dedesinin ofisine gelmişti. Kapıyı açmaya çalıştı, açamadı. Kafasının içindeki ses “Sağdaki kutuya gözünü yaklaştır, retinanı taraması gerek.” dedi. Semih tam yakalanacağını düşünürken gözünü tarattı ve kapı açıldı. Tamamen mi dedesi olmuştu yani?
Odaya girdiğinde önce etrafı inceledi. Çalışma masası, koltuklar, bir bilgisayar, evrak dolabı, klima… Eski filmlerde gördüğü klasik bir ofisti. Sırada ne vardı?
“İçerideyim. Ne yapmam gerek?”
“Odayı araman lazım Müfit.”
“Bana Semih demekte anlaşmıştık diye hatırlıyorum. Odada ne arıyorum peki?”
“Bir dosya, bir dolap, bir kasa… Her şey olabilir Semih. Müfit’in neden canına kıymaya kalkıştığını bize açıklayacak herhangi bir şey.”
Semih odayı aramaya başladı. Çalışma masası derli topluydu. “Galiba dedemle pek benzemiyorduk” diye içinden geçirdi bir an. Masasının üzerinde Londra’dan gönderilmiş bir tabak vardı. Üzerinde “İngiliz Müfit’e sevgilerle” yazıyordu. Çekmecelerde pek önemli bir şey yoktu. Bilgisayarı açtı. Masaüstünde “GİZLİ” adında bir klasörü açmaya çalıştı ancak parmak izi istiyordu. Kadının söylemesini beklemeden sağ işaret parmağını bilgisayarın parmak izi okuyucusuna koydu ve klasör açıldı. “Bu kadarı da olmaz artık ama!” dedi.
Klasörün içinde tek bir belge vardı. Cümleler İngilizce yazılmıştı.
“It’s not like at advertisements. They trick the people to rely on privacy of contrivance. All dreams are stored at archive of the Lady. The Lady is in charge, not the Gentleman. He is just the appearing face of the Company. The Sedated had been in business since 93. They were 3 at the beginning but the Event took one from others. The Sedated couldn’t make the decision between love and loyalty. The Lady sacrificed love instead of greed. Now she is feeling pangs of love. The Needy was also murdered.”
Semih okulda ikinci yabancı dil olarak İngilizceyi seçmediğine pişman oldu. Keşke bu yazanları az da olsa anlayacak kadar İngilizce bilseydi. Bu sırada kafasının içindeki kadın susmuştu. Bilgisayarda başka bir şey bulamadı. “Şimdi ne yapacağım? Çıkayım mı buradan? Şu İngilizce yazan şeylerde ne diyordu, dedem niye intihar etmiş bulabildik mi?”
Kadın biraz sonra cevap verdi. Sesi temkinliydi. “Kayda değer bir şey yok o yazanlarda. Odayı biraz daha araman lazım. Dolaba bak önce.”
Semih derin bir nefes alıp verdi ve “Peki, tamam öyleyse” dedi. Oturduğu sandalyeden kalktı, dolabı açtı, dedesinin kravatı asılıydı. Semih hayatında ilk kez bir kravat görmüştü. Bu tuhaf şeyin nasıl bağlandığını çözmeye çalışırken kadın onu uyardı. “Dikkatini dağıtma Semih. Odaklan!” Semih elindeki kravatı bırakıp dolabın içine göz gezdirdi. Görünürde bir şey yoktu. Tam kapağı kapatmak üzereyken kadın “Dur!” dedi. “Askılığın yanındaki çıkıntıyı gördün mü?” Gerçekten de askılığın tam altında bir tuş vardı. Semih tuşa bastı ve dolabın tabanı açılmaya başladı. “Galiba bir şey bulduk.” dedi kadın.
Dolabının tabanından bir kasa çıktı. Çelik ve ağır bir kasaydı. Tek sorun kasanın beş basamaklı şifre istemesiydi. Semih kafasından birkaç şifre salladı ama hiçbiri işe yaramadı. Doğum tarihi, memleketin plaka sayısı hatta Müfit adını yazarak dahi yaptığı hiçbir kombinasyon kasayı açmaya yetmedi. Kadın şunu dene dedi ve rakamları söyledi. “4 2 7 4 7” Semih bir kelime oluşturmaya çalıştı. “Hasır ne alaka be?” dedi ve rakamları girdi. Kasa açıldı. Kasayla birlikte kapı da açıldı ve içeriye Bekir girdi. “Hasır değil çocuk, Garip!” dedi ve silahını ateşledi.
Comments